Hakim Bey, şurada yargılanmayı beklerken bile
utanmazlığından yüzü her an gülen, işlediği suça rağmen mutlu olduğunu
saklamaya gerek görmeyen, insanlarla şakalaşıp espriler yapan, herkesin daha
önceden tanımadığı halde ona eski dostu gibi davrandığı bey, aslında iflah
olmaz bir hırsızdır. Ona "Bey" dememi yanlış yorumlamanızı istemem;
bu davranışım, suçu kanıtlanıncaya kadar her insanın suçsuz olduğunu kabul
etmemi gerektiren o eski ama temel kurala, hukukun üstünlüğüne ve sizin
yargılarınıza olan inancımdan kaynaklanıyor sadece. Yoksa onun saygıdeğer bir
insan olduğunu kesinlikle düşünmüyor, onu son derece suçlu ve tehlikeli
buluyorum. Ve bunu size kanıtlayacağıma inanıyorum. Hatta onun gerçek yüzünü
gösterdiğimde, burada ona bu kadar dostça davranan insanları da ona karşı
olmaya ikna edeceğime eminim.
Elimde onun hayatıyla ilgili bir araştırma var.
Burada onun insanların yüzüne gülerken aslında arkalarından nasıl kuyularını
kazdığını açıkça belgeliyorum. Doğumundan başlıyor bu araştırmam ve size suç
duyurusunda bulunduğum birkaç ay öncesine kadar sürüyor. Bunu mahkemenize delil
olarak sunuyorum. Ben bu konuşmamda genel hatlarını açıklamakla yetineceğim.
Bir suçlunun hayatıyla ilgili bu kadar kapsamlı bir
araştırmayla daha önce karşılaşmadığınıza eminim. Kimse bir suçluyu bu kadar
dikkatle izlememiş, bu kadar uzun zaman takip etmemiştir, sanki gölgesiymiş
gibi. Bunu yapmak çok zor olmadı benim için, çünkü ailesiyle beraber bizim
mahallede oturuyorlardı, hatta bunu söylemekten utanıyorum ama yan
komşumuzdular ve bunu sayın Hakim Bey, tutanaklara geçmemesi için kulağınıza
söylemek zorundayım, o benim çocukluk arkadaşımdı...
Daha küçük yaşlardan onun bir suçlu olacağını tahmin
ettiğim için hep yaptıklarını gözler ve notlar alırdım. Bu benim için bulunmaz
bir fırsattı. Çünkü düzensizliğe ve başıbozukluğa karşı kuralcılığı, haksızlığa
karşı adaleti savunmayı ve suç eyleminin mutlak cezalandırılmayla
sonuçlanmasını sağlamayı küçük yaşlardan beri kendime ilke edinmiştim. Daha o
zamanlardan belliydi benim şehrin en çok tanınan ve korkulan savcısı olacağım.
Onu gölgesi gibi takip ederek ve kanıtlar toplayarak geçirdiğim ilk gençlik
çağlarım benim için tam bir staj dönemiydi. Bu yüzden laf aramızda sanıkla aynı
mahallede oturduğumuz için kendimi şanslı sayıyorum. Ve benim gibi bir
savcıları olduğu için bu şehir de çok şanslı bence. Şey... tabii sizin gibi
saygıdeğer bir hakimleri olduğu için de sayın saygıdeğer Hakim Bey...
Bu adam hayatı boyunca çok büyük bir suç işlemiştir
Hakim Bey. İşte şimdi açıklıyorum; o bir Zaman Hırsızıdır. Evet, zaman
çalmıştır! Sizin benim gibi namuslu insanların, hepimizin zamanını... Bunu
nasıl becerebildiğini şu an anlayamazsınız, benim bile onun gölgesinden
kurtulup gerçeği fark edebilmem yıllarımı aldı. Ama birazdan büyük bir özenle
hazırladığım konuşmamı bitirdiğimde her şeyi anlayacaksınız.
Vasat insan zaten bilgisiz, kafası fazla çalışmayan
ve topluma fazla bir yararı olamayacağı baştan belli insandır. Ama bu insanlar
bile belli memurluklarda çalıştırılarak, sizin gösterdiğiniz yolda topluma
sağlayabilecekleri değerin en iyisini sağlayabilirler. Zaten vasat yapıları
bunu sağlamanın güvencesidir. Bu insanlar hiçbir şeye karşı koymaz, hiçbir
olaya, bu arada suç işlemeye de karışmazlar. Tabii aralarında zaten yetersiz
olan aklını suç kapsamına girebilecek birkaç küçük işte kullananlar ya da
başkalarının maşası olarak kullandırtanlar çıksa da bunlar çok önemli değildir,
çünkü çabucak yakalanır ve suçları da kolaylıkla itiraf ettirilir. Böyle vasat
davaların insanları, benim gibi karmaşık durumları çözüme kavuşturmaya alışkın
savcıları hiç mi hiç ilgilendirmezler. Kan davaları beni ilgilendirmez Hakim
Bey, organize suçlar ilgilendirir. Suç düşünceleri ise özel ilgi alanımdır...
Bu yüzden de adım adım peşlerinden koşmam, hatta işleyecekleri suça onlardan
önce ulaşmam gerekenler, topluma büyük yararı olabilecekken olmayan, bir de
aksine zararı olanların aralarından çıktığı akıllı insanlardır. Bunlar
yeteneklerini toplumun yararına kullanmayıp sadece kendi çıkarları
doğrultusunda harcarlar. Ve sanık sandalyesinde oturan şu adam da bunun çok iyi
bir örneğidir Hakim Bey.
Kendisi okul yıllarında tamamen farklı bir
öğrenciydi. Efendim biliyorsunuz farklı öğrenciler bir şekilde tehlikelidir.
Kafaları değişik bir tarzda çalıştığı için sorunlara değişik çözümler
üretirken, çıkarınıza uymayan çözümleri buldukları gibi, daha önceden bulunmuş
çözümleri de sorun olarak tekrar karşınıza çıkartıp suratınıza vurabilirler.
Bir anda sizi, tüm insanlık tarihi boyunca sanki hiçbir şey çözümlenmemiş gibi,
en ufak bir ilerleme gösterilmemiş gibi çırılçıplak ortada bırakırlar. Halbuki
bunun tersini görmek, anlamak için bugünkü uygarlığımızın en büyük güvencesi
olan adalet sistemimize bakmak yeter de artar bile. Bendeniz gibi savcıların...
ve tabii sayın saygıdeğer Hakim Bey gibi hakimlerin sayesinde bugün suçluların
daha suçlarını işlemeden yakalanmaları yönünde büyük bir aşama kaydetmek
üzereyiz. Daha suçu planladıkları aşamada, planlarını uygulamaya koyup da
toplumumuzun bundan zarar gördüğü ve her şey için artık çok geç kalındığı
durumdan bir aşama önce. Şu anda gerçekleştirdiğimiz bu mahkemenin tarihi
değerini tespit etmeme lütfen izin verin. Lütfen bu sözlerimin tutanaklarda
altı çizilsin. Belki de bugün, adalet tarihinde bir ilke imza atmış, bir
devrimi başlatmış olacağız. Tabii suçlu, suçlu bulunduğu takdirde.
Üniversiteye kadar onun akıllı olduğunu
düşünmediğimi itiraf edeyim. O zamanki duygularım onu aşağılamaya yönelik basit
ve kıskanç duygulardı... ve hatalıydı, kabul ediyorum... Ama üniversitedeyken
onunla ilgili her şey zihnimde en açık haliyle belirdi. Hakkında topladığım bu
kadar bilgiyi bir araya getirip çözebildim durumu: Akıllıydı Hakim Bey bu adam,
gerçekten akıllı. Ve bu yüzden de tehlikeli, dikkat edilmeli... Nasıl bir suç
işlediğini, nasıl bir tuzak hazırladığını kavramak için henüz erkendi, onun
bile kafasında bu fikirleri tam olarak olgunlaştırdığını sanmıyordum. Ama
olgunlaştığı zaman, belki kendi bile farkına varmadan amacını anlayıp önlem
almak da tam ve ancak benim yapabileceğim işti.
Beyni çalışıyor sanığın Hakim Bey, hem de çok iyi
çalışıyor ama yanlış doğrultuda...
Sanık, sayılamayacak kadar çok dil bilir Hakim Bey.
“Sayılamayacak” demem nedensiz değil. Çünkü dil öğrenmeye özel bir yeteneği
var; bildiği dilleri birbiriyle ilişkilendirerek, bilmediği dillerde bile
konuşabildiğine ben bizzat tanık oldum. Dünyanın insanıyla konuşup anlaşabilir
bu yüzden, onları kendi fikirleriyle etkileyebilir ve onların fikirlerinden,
üretimlerinden doğrudan yararlanabilir, dünya kadar bilgiye ulaşabilir.
Matematiksel düşünce yeteneğinin de çok gelişkin olduğunu söylemişti,
üniversitede sorguya çektiğim bir hocamız. Logaritmadan söz etmiyorum Sayın
Hakimim, ilgisiz gibi gözüken bilgileri bile ilişkilendirmek, harmanlamak ve
sentezlere ulaşmaktan, bilginin sinerjisini yaratmaktan söz ediyorum.
Karşımızda hayatın hesabını görebilecek yetenekte biri olduğuna dikkatinizi
çekiyorum. Sanık, psikoloji ve biyoloji konusunda eğitimsizdir ama bilgisiz
değildir. İnsanın evrimine cebindeymişçesine hakim olma hırsı yüzünden bu konularda
okuduğunu, araştırdığını gayet iyi biliyorum. İnsanın ekonomik ve politik
yönünü geliştirmeye çalışan ama psikolojik yönü hakkında tek laf etmeyen, bunu
görmezden gelen ideolojilerin başarılı olamayacağını söylemişti; kişisel
kameramla çektiğim ve mahkemenize kanıt olarak sunduğum kasetlerde var.
Birazdan birçok eski arkadaşı, onun kendi kendinin doktorluğunu yapan,
bitkilerden yararlanıp mucizevi ilaçlar üreten, insanlara öneren birisi
olduğunu da söyleyecekler size. Ben
birkaç tanesini bilhassa denedim sayın Hakimim, gerçekten de iyi sonuçlar
verdi. Tabii bu bilgiyi birazdan dönüştürüp savcılığın kanıtı olarak
kullanacağım, bekleyiniz lütfen. Tarihe çok önem verdiğini de
öğreneceksiniz tanık hocalarımızın birinden. Ama yine bu saygıdeğer tanık,
okullarımızda öğretilen tarihle ilgilenmediğini de itiraf etmek zorunda
kalacak, sorularım karşısında. Dünya kurulalı beri ne olmuş ne bitmiş nedenleri
ve sonuçlarıyla hepsini araştırdığını göreceksiniz. Uygarlıkları birbiriyle
karşılaştırdığını, yönetim sistemlerini uygulandığı toplumun özelliklerini
yadsımadan değerlendirdiğini öğreneceksiniz. Alternatif dünya tarihleri
yazdığını ve her bir alternatife göre insanlığın alternatif medeniyet profilini
çizdiğini, geleceğiyle ilgili tahminlerde bulunduğunu öğreneceksiniz.
“Geçmişten bu kadar ders alabilen biri, birkaç insan yaşında sayılmalı.” Sanığı
kastederek bu sözü eden hocamızı konuşturduğumda en eğitimli insanların bile bu
adamı nasıl gözlerinde büyüttüklerini göreceksiniz. Sanığın bilim adamlarını bile
kolaylıkla etkisi altına alabildiğini tüm açıklığıyla kavrayacaksınız.
Tüm bunlarla ne demek istiyorum? Suç işlediğini
kanıtlayacağım bu adamın bunca üstün özelliğini neden sıralıyorum? Çünkü ben
sanığın kültürel yönünü asla yadsımıyorum. Hatta entelektüel açıdan büyük bir
servetin sahibi olduğunu da biliyorum. Ama bu servet ne onun geldiği yeri haklı
çıkartabilir, ne de harcandığı yeri...
Sorarım size beyler, sevgili Hakimim sorarım size,
maddi servetini gayri meşru yollardan yapmış bir insan hırsız değil de nedir?
Peki kültür birikimini gayri meşru yollardan yapmış olana farklı bir şey mi
denir? Bir insan devletin zorunlu eğitim programına karşı çıkıyor, kendi
eğitimini kendi almaya çalışıyor ve görevlileri dinlemiyor, üstelik devamlı
sistem dışı kitapları okuyorsa, ve zorunlu eğitimini aldığı okullarda hem
kendinin hem eğiticilerimizin yıllarını tüketip mezun olduktan sonra da hayat
içindeki eğitimine devam edeceği bir işte çalışmayı reddediyor, ya da kısa
süreler çalışıp ayrılıyor, çalıştığı sürede de kaytarıp özel işleriyle
uğraşıyorsa elde ettiği birikim gayri meşru değil de nedir? Sistemin kabul
etmediği yollardan kazanılan paraya kirli para dendiği gibi, sistemin kabul
etmediği yollardan kazanılan kültüre de kirli kültür denmez mi? Ve bugün
geldiği yerde, oturduğu şu sanık sandalyesinde, onun o kalın kafasını yararlı
bilgilerle doldurmak için değerli zamanını sunmuş sevgili eğiticilerimizin;
onun o başına buyruk ruhunu çalışma ahlakı ve disipliniyle eğitmek için sıkışık
vaktini harcamış saygıdeğer yöneticilerimizin çabalarını boşa çıkarmış,
zamanlarını çalmış değil midir? Sorarım size... Ve cevabını da veririm. Bu
insan çocukluğumdan beri, demek istediğim, çocukluğundan beri hayattan zaman
çalmıştır ve çalmaya devam etmektedir.
Bununla da bitmiyor... Olay aslında daha büyük
boyutlarda. Demin verdiğim örnekteki maddi açıdan zengin o insanı tekrar
düşünün. Ama bu insan parasını, tüm servetini gerektiğinde hayır kurumlarına;
toplumun tüm çocuklarının, onları yetiştirmeye gayret eden beyinlerin
eğitimine, öğretimine, derneklere, gerekiyorsa hükümete bağışlayıp en azından
günah çıkarmıyor da tamamen kendi amaçları uğrunda kullanıyor. İşte sanık da,
zengin bir kültür birikimine sahip olan şu gafil de, kültürünü yanlış
yönlendirmekten vazgeçip, topluma bir armağan olarak sunmuyor, onun ahlaki,
dini, sosyal değerlerini, gelenek göreneklerini korumakta ve geleceğine katkıda
bulunmakta kullanmıyor da sistem dışı sanki sistemden bağımsız bir bireymiş
gibi, neredeyse aramızda yaşamayan, başka dünyalardan gelmiş bir yabancı gibi
tamamen kendi zevklerini yaşamakta, kendi düşünüş tarzını geliştirmekte
kullanıyor, yani aslında harcıyor. Böylece devamlı gelişmelerle yaşanan bu
hızlı çağda, toplumun ileriye gitmesi için harcayacağı kültür zenginliğini
ondan esirgeyerek, kaynaklarını boşa harcatarak, toplumu nispeten yavaşlatıyor,
onun zamanını çalıyor. Topluma döndüğü sırtının üzerine yüklenmeye çalışılan
sorumlulukları mezun olup bir işte çalışmaya başlaması gerektiği zaman bile
reddediyor, toplumun çalışma gücüne katkıda bulunmak için ayırması gereken
zorunlu saati bir şekilde çalıyor, becerileri nedeniyle yüklü maaşlarla
çalıştığı yerlerden ayrılıp, böyle yüksek paralara sırtını dönebilecek kadar
dengesiz bir ruh hali içinde, daha fazlasını üretmeyi, daha fazlasına sahip
olmayı yadsıyarak, aslında devletimizin gücünden çalıyor. Çalıştığı azıcık bir
zamanda kazandığı paraları da geleceğimizi garanti altına alacak yatırımlara
değil de hiçbir getirisi olmayan gezilere, serserilik günlerinde
geçinebilmesine harcıyor. Daha fazla kazanç, devletimizin cebine girecek daha
fazla vergi demek olduğuna göre, çalışmayarak zaman hırsızlığı yaptığı onca
zamanda bir de vergi kaçakçılığı yapıyor. Yo
hayır, işinize karışmak gibi olmasın ama, sakın onu sadece vergi
kaçakçılığından mahkum edip kısa sürede kurtulmasını sağlayarak büyük bir hata
yapmayalım sayın Hakimim... Üretmeden tüketiyor, ekonomimize artı değer
katmıyor, bir asalak gibi yaşayarak vatandaşlık ödevlerini yerine getirmiyor.
Geçinmek için çalışmak zorunda olan insanların karşısına geçip sahte bir lüks
içinde onlarla dalgasını geçiyor, morallerini bozuyor, kendilerini kötü
hissetmelerine neden oluyor, verimliliklerini azaltıyor.
İşte size onun bir zaman hırsızı olduğunu kanıtlayan
ikinci kanıtım sayın Hakim Bey. Şimdi... Geçmişi bu tür suçlarla dolu bir
insanın bu mantıkla gelecekte neler yapabileceğini bir düşünmenizi istiyorum.
Böyle bir insanın kitap yazdığını düşünün bir an. Sadece düşünün, dua edelim de
yazmasın. Ama yazarsa, onun topluma sakıncalı bulunacağından toplatılmasına mahkemece
karar verilecek bir kitap olacağını rahatlıkla görebiliriz. Sanığın politikaya
atıldığını ve bir parti kurduğunu düşünelim. İşte bu partinin sisteme karşı, şu
anki toplumsal yaşayışımıza darbe vuracak, onlarca yıl çabalayarak
sağlamlaştırdığımız çarkımıza çomak sokacak bir yapılanma olacağı gün gibi
ortada. Bir eğitim kurumu açtığını düşünelim, Tanrı korusun! Tutundurmaya
çalıştığı o gizli ideolojisinin çamurlarıyla saf ve temiz ruhları kirletmekten,
gerçekleştirmeye can attığı devriminin mücahitlerini yetiştirmekten başka bir
şey tasarlıyor olabilir mi bu hareketiyle?
Kitap yazmadığı için suçlayamıyoruz, o zaman
yazabileceği için suçlarız; parti kurmadığı için suçlayamıyoruz, o zaman kurma
planları nedeniyle suçlarız; eğitim sitemimize karşı bir yapılanmaya gitme
olasılığı nedeniyle suçlarız. Suç işlemediği için suçlayamıyoruz, o zaman suç
işleyebileceği için suçlarız. Tutuklarız ve düşüncelerinden asarız onu Hakim
Bey.
Şu ilgisiz tavırlara bakın lütfen, şu güleç
surata... Şu anda onu benim kadar iyi tanısaydınız o mikroplar üşüşmüş
beyninden ne zehirli fikirlerin geçtiğini bilirdiniz. Eminim bu söylediklerime
yanıt vermek için ayağa kalksa, konuşmasının etkileyiciliği ve
inandırıcılığından dolayı hepiniz onu ayakta alkışlarsınız. Eminim hepiniz yaparsınız
bunu, ben hariç... Tabii sayın Hakimim kendini de hariç tutmamı isteyecektir...
Çünkü benim gibi o da sanığın boyalı konuşmalarının ardındaki gerçeği
görebilir. Mantıklı gözükse bile sanığın fikirlerinin doğruluğuna kimse
inandıramaz bizi. Çünkü onun tuzaklarına düşmeyecek kadar sıkı bir disiplinle
yetiştirildik biz, beynimiz doğru doğrultuda çalışır. Öğrendiğimiz her şeyi, en
ufak bir bilgi kırıntısını bile ülkemizin çıkarları doğrultusunda kullanmayı
biliriz, haklı olduğumuza dair en ufak bir şüphemiz bile olmaz ve tüm insanlık
tarihi bile bizi yolumuzdan döndüremez; eminim siz de böyle düşünüyorsunuz
Hakim Bey... O ise yarattığı bu geçici fırtınalarla sadece bir limana
sığınamadığı için başıboş salınan küreksiz, yelkensiz ve amaçsız bir sandalı
batırmak üzere önüne kapıp götürebilir. Aramızda böyle insanlar oldukça da
amacına ulaşacaktır... Doğru ya da yanlışı birbirinden ayırt edecek bilgi
verildiği halde bunu hayata uygulayamayan, dışarıdan parlak gözüken şeylere
kapılan, akıllı oldukları halde zayıf karakterli oldukları bir süre sonra
anlaşılan insanlar yani... Bizzat sanığın kendisi gibi...
Böyle bir insanın çocukluğunun nasıl geçtiğini merak
ettiyseniz, birazdan duruşmaya başladığımızda tanıklar tek tek ve daha canlı
anlatacaklar, o yüzden ben sadece bir çerçevesini çizmekle yetineceğim... Neyse
ki tuhaf bir ailesi vardı. “Neyse ki” diyorum, yoksa davranışlarının ve düşünüş
tarzının nedenlerini bulmakta zorlanıp, işin içinden bu kadar kolay
çıkamayabilirdim. Oysa şimdi onun durumunu rahatlıkla açıklayıp teşhis
koyabiliyorum. -Sayın sanık beyefendi bilmeliler ki psikolojiden anlayan sadece
kendisi değildir.- Öyle bir aile ki sayın Hakimim; baba korkak bir tüccar, anne
başarısız bir ressam, iki abiden büyüğü aşırı dindar, küçüğü Tanrıtanımaz... Ne çeşit değil mi, bir zencileri eksik...
Babaya korkak dedim ya, gerçekten de ne adam gibi bir miras bırakabildi
oğullarına, ne de baba gibi bir meslek sağlayabildi. Böyle olacağı başından
belliydi. İşte! Oğullarından biri. Bir mahkemede sanık, suçlu olduğunun kanıtlanmasını
bekleyen bir zavallı... Abileri ise tam birer muamma! Ailenin resimli
tarihçesinden birazdan göreceğiniz gibi büyük abinin gençliği babalarının
dinle, öbür dünya işleriyle fazlaca ilgilendiği bir döneme rastlar. Bir dönem
ibadetini günü gününe yapar, dininin gereklerini sektirmeden yerine getirirdi
babaları, Tanrının rahmeti üzerinde olsun. Büyük oğlu da babasından etkilenmiş,
dindar yetişmişti. Hepimiz şöyle ya da böyle dindarız ama oğlu biraz aşırıya
gitti. Bizi ilgilendirmez tabii. Beni de ilgilendirmedi zaten. Onun aşırı
görüşleri bildik şeyler olduğundan sistemin denetimi altındaydı zaten ve suç
işlemeye yeltenseydi bile eminim vasat davaların adi suçlularından biri olurdu.
Babaları ikinci oğlunu da ilk görüşlerinden tam ters yöne çark ettiği bir
dönemde yetiştirdiğinden o da büyük abinin tam tersi bir yol izleyerek dinden
de Tanrıdan da koptu. Tabii bu da çok önemli değil. Kurallar olmadan yaşayan bu
insan da belki şeytana tapınıp bir ayin sırasında kendini yakalatacak, belki
uslanıp sıradışı bazı iş kollarında kendine bir memuriyet verilerek sanatçı
payesine yükseldiği yanılsamasıyla gözü boyanacak, belki de bunalıma girip
intihar edecek. Hangisi olursa olsun bizim için bir tehlike oluşturamadan
denetlenecek ya da başı ezilecek.
Ressam anne ise, gerçi bir ara çok tutulurdu ama
bunun bir önemi yok, dengesiz bir kadındı. Bunun en iyi kanıtı da yaptığı
resimlerdir. Gerçi insanı hiç bir anlama götürmeyen bu karalamalar, boya
israfları, ne sanatsal olmayan bir fotoğraf gibi kesin, ne de edebi olmayan bir
yazı eseri gibi doğrudan bir anlatım taşımadığından ve simgelerden anlam
çıkarmak benim gibi gerçeği sadece gerçeği arayan bir savcı için kanıt
oluşturmayacağından elle tutulur bir şey sergilemiyor ama hislerinize
seslenmeme izin verirseniz Sayın Hakimim, onları bir gördüğünüzde kadının
kafasının ne derece karışık olduğunu kanıtlayacaktır.
İşte size sirk gösterisine çıkmaya aday bir aile:
Baba, oğullarını kendi hayatının deneme tahtası olarak kullanmış, çocuklar
tamamen ayrı yönlere dağılmış, iki abi birbiriyle kanlı bıçaklı, baba arada
ibadetini yapıp büyük abinin gönlünü alıyor, çoğunlukla diğeriyle içkili
kadınlı alemlerde boy gösterip büyük oğlunun arkasından konuşuyor, onu
sırtından bıçaklıyor. Anne zaten kendi havasında. Şimdi siz düşünün beyler
böyle bir annenin doğurduğu, böyle bir ailede yetişen, sağa sola bulaşmadan
kendi halinde yaşıyor gözüken üçüncü çocuğun ruhsal durumunu... Sayın hakimim
siz düşünün...
Ben eski bir dostu olarak onu çoğu kez uyarmaya
yeltendim. Onu doğru yola çekmeye çalıştım. Hep onun bir açığını kollardım. Hep
bir hata yapmasını beklerdim. Keşke bir kitap yazsaydı da onu toplatabilseydim.
Keşke bir politik partiye ya da başka bir kuruma üye olsaydı da onu
tutuklatabilseydim. Keşke her hangi bir nedenden onu en azından bir gece olsun
alıkoyabilseydim. Onu bir kez işletebilseydim kanun defterine, bir kez
fişletebilseydim o zaman artık elimde olurdu. Bu sabıkayla artık onu daha büyük
suçlarında yakalamak, arama emirleriyle hanesine girip onu o zehir fikirlerini
üretirken suçüstü yakalayabilmek, geceleri rahat uykusunda uyandırıp
sorgulamaya götürebilmek mümkün olurdu. Böylece ona da anlatabilirdim, bin bir
güçlükle bize eğitim ve öğretim veren, birey olarak kafaca ve bedence güçlü
insanlar olarak yetiştikten sonra bütün gücümüzü toplumsal amaçların ve
ideallerin emrine hiç düşünmeden feda etmemizi sağlamaya çalışan devletimizin,
onun koruduğu sistemimizin kurallarını hiçe saymakla ne büyük bir hata
yaptığını. Sisteme yaranmaya, devlet büyüklerimizin övünç duyacağı bir vatandaş
olmaya çalışmayarak toplumu nasıl karşısına aldığını ve tarafımızdan
istenmediğini, kendini değiştirmezse sürünüp gideceğini... Ama elle tutulur,
gözle görülür tek bir hata yapmadı Hakim Bey, inanır mısınız, tek bir açık
vermedi. Bunun nedenini tabii ki biliyorum.
O susar. Az konuşmanın erdem olduğuna inanır.
Konuşmasından hemen, susmasından ise bir zaman sonra adamın ne olduğu
anlaşılır, der. Bakar mısınız, orada bile zamanımızı çalıyor! Üniversitedeki o
konuşkan, tartışkan, görüşleriyle başkalarını etkilemeye çalışkan insan değişti
Hakim Bey. Kimseye karışmadan, insanları etkilemeye ve değiştirmeye çalışmadan,
kendi hayatını en üst düzeyde yaşamayı ve insanlara böylece bir şeyler
anlatmayı, örnek olmayı amaçlamaya başladı. Ama o zamanlar hemen her konuda
karşıt fikirlerde olduğumuzdan epey tartışırdık, o yüzden çok iyi bilirim neler
düşündüğünü, ne kadar kurnazca, ikiyüzlülükle tartıştığını. Sizin fikrinizi en
az sizin kadar savunur gözükür. Sizi anladığını düşündürmeye çalışır. Sizi
şaşırtmaktır amacı. Sonra bir bakarsınız ki fikrinizi sizin bile düşünmediğiniz
öyle bir yere getirmiş ki en az kendi fikri kadar değersizleşmiş o yılların
birikimi fikriniz. Silahlarınız elinizden alınmış, alçakgönüllülük gösterip onu
misafir ettiğiniz kalenizi kalleşçe içeriden kuşatmış.
Sanık, milliyetçi olmaması yetmezmiş gibi millet
düşüncesine bile karşıdır. Kendi milleti için çalışmayı düşünmüyorsa, acaba
hangi millet için çalışmayı planlıyor bu hain? Değil mi Hakim Bey... Devrime de
inanmaz. Her türlü toplumsal değişiklik, ancak toplum ona hazır olduğunda
yapılırmış. Yani toplum değişikliği içine sindirebilecek duruma geldiğinde. Ve
bu süreç yavaş ilerlermiş, ancak belli bir hızla dönüşüme uğrarsan ruhunu da
yanında getirebilmişsin. Böylece zaten devrim diye bir şeyden söz edilemezmiş.
Ben zaten kaplumbağaların devrim yaptığını bugüne kadar duymadım, siz duydunuz
mu Hakim Bey? Devrime inanmaz, ama bireyin değişkenliğine, kendini aşma gücüne
inanır. Toplumu muğlak bulur. Bizi yani! Siz beyler muğlaksınız. Sayın Hakimim,
özür dilerim ama, siz de... Biz hepimiz muğlağız. Böylece sanık da muğlak bir
duruma getirmeye çalışır kendini. Zeytinyağı gibi üste çıkıp sıyrılmaya
çalışır. Ama kanunun pençesinden böyle kaçamaz.
Bu düşünce bizim onlarca yıldır bu ülkede, daha da
geniş tutmak lazım tabii ki bu çağda, tüm insanlık için yapmaya
çalıştıklarımızın, kurduğumuz bu sistemin, devrimimizin karalanmaya,
hakimiyetimizin yalanlanmaya çalışılmasından başka bir şey midir? Kısa sürede
toplumumuzu nasıl kalkındırdığımızı bu insanın göremediğini görmemek mümkün
müdür? Kötü bir ailenin insanı nerelere sürükleyebileceğini görüyorsunuz değil
mi Hakim Bey? Saatlerce konuşsam değiştiremeyeceğim yanlış düşünceler...
Bu
ikna edici sözlerimi daha fazla uzatmayı gereksiz gördüğümden bitirmeye
yaklaşmak istiyorum Sayın Hakimim. Ben yıllar boyunca sanığın o tehlikeli gizli
yüzünü görebilen tek insan olduğumu bildiğimden, onu kanun önüne çıkaracak
deliller aradım. Kolay değildi doğrusu bulmak. Bu insanın böyle kendi halinde
yaşamasını, yönetimimizle, insanlarımızla, hayatımızla, varoluşumuzla ilgili
düşünüp sonuçlara varmasını, ama bunları topluma yaymak için hiçbir şey, ama
hiçbir şey yapmamasını göz önüne alırsanız işimin ne kadar zor olduğunu
anlayabilirsiniz. Onu daha önceleri de defalarca suçlamağa kalktım. Okul
idarelerinin, onu çalıştıran şirket sahiplerinin, takıldığı barların
yöneticilerinin, ev sahiplerinin kapılarını defalarca çaldım. Ama hiçbirinde
elimde somut kanıtlar yoktu. O zaman dedim, suçlu olduğuna tüm kalbimle
inandığım bu insanı suçlamanın başka yolları olmalı. Onu suçlamak için somut
kanıtlar bulamıyorsam ben de soyut kanıtları somutlaştırırım. Böylece onun bir
zaman hırsızı olduğu sonucuna vardım. Bu konuşmamdan sizin de gayet iyi
anlayabileceğiniz gibi o, zaman çaldı Hakim Bey. Onu insanlık tarihini
yavaşlatan, insanlığa ihanet eden bir zaman hırsızı olmaktan suçlu
bulmalısınız. O, zaman çalmıştır, aynen Prometheus’un ateşi çalması gibi. Bu
hareketiyle evet, insanlara büyük bir yarar sağlamıştır. Ama biz kanun
savunucuları o zamandan bugüne kundaklama olaylarının ne kadar arttığını
görmemezlikten gelebilir miyiz? Ben olaylara bu açıdan bakar, her yerde bir suç
unsuru ararım, böyle önemli silahların yanlış insanların eline geçince ne kadar
tehlikeli olduğunu bilirim. Eğer çağdaşımız olsaydı Prometheus’u da sizin
önünüze getirmeyi başaracağımdan hiç kuşkunuz olmasın sayın Hakim Bey. Hatta
laf aramızda bunun çocukluk hayalim olduğunu söylemek isterim... Neyse... Sanık
da o anormal çalışan beyninin ona emrettiği kundaklama gibi yıkım hareketlerine
girişmek üzere güç topluyor olmalıdır. Ama yüce mahkemenizin önderliğinde,
artık duvara tosladığını büyük bir inançla söyleyebiliyor olmaktan gurur
duyacağım bu günleri ne çok bekledim. Okul zamanlarında da öğretmenlerimiz o
kadar öğrencinin arasından sözlü için onu seçip “ayağa kalk” dediğinde, onu
gelecekte bir gün bir mahkemenin sanık sandalyesinde bir sanık, suçlanan bir
insan olarak görebiliyor ve öğretmenimizin o lafını sonunda bir hakimin
söyleyeceğini biliyordum: “Sanık ayağa kalk...” Kısmet sizin mahkemenizeymiş
sayın Hakim Bey. Tanrıya her gün teşekkür ediyorum, bize bu günleri gösterdiği,
ondaki kötülüğün karanlığını fark etmemi sağladığı için... Tabii onun suçlu
olduğunu sizin gibi tecrübeli ve saygın bir hakimin başkanlığında kanıtlamama
olanak tanıdığı için de Sayın Saygın Hakim Bey...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder